31 Aralık 2011 Cumartesi

Tema: "Bağlanma", Film:"Lars and the Real Girl"

Bağlanma Teması başlığı altında izlediğimiz son film "Lars and the Real Girl" oldu. Yine kısa bir künye ile başlayalım:
Yönetmen: Craig Gillespie 
Seneryo   : Nancy Oliver
Oyuncular: Ryan GoslingPatricia ClarksonEmily Mortimerdevamı...
Orijinal adı: Lars and the Real Girl  uzun metrajlı film Kanada , ABD . Tür: Komedi, Drama
Süre: 106 dk Yapım yılı: 2007 
Müzik: David Torn
Gçrüntü Yönetmeni: Adam Kimmel
Özet: Abisi Gus ve karısı Karin'in evlerinin garajında yaşayan Lars, babası öldükten sonra içine kapanmış, insanlarla iletişim kurmaktan ve yakınlaşmaktan çekinen biridir. Lars'ın durumu için endişelenen ve onu ailenin bir parçası yapabilmek için çabalayan Karin ve Gus, Lars'ın bir kız arkadaşı olduğunu öğrenince sevinseler de, gelin adayının internetten sipariş üzerine gelmiş plastik bir kadın olduğunu görünce sevinçleri pek uzun sürmez. İşin zor kısmı ise Lars etkilenmesin diye yeni kız arkadaşı Bianca'ya gerçek muamelesi yapmak zorunda kalacak olmalarıdır. Psikolojik araştırmalara ve belgesellere konu olmuş ciddi bir meseleyi komik ve yer yer hüzünlü anlatan Lars sevince, sevgiye, aileye ve dostluğa dair kalın mesajlar vermeyen, özenle yazılmış senaryosu ve başarılı oyunculuklarıyla izlenmeye değer bağımsız bir yapım. Film, ayrıca Six Feet Under dizisinin birkaç bölümünün de senaristliğini yapmış olan Nancy Oliver'a Oscar adaylığı da getirdi.


      Lars'la ilgili küçük bir giriş yapmak güzel olur diye düşündüm. Annesi kendisinin doğumunda ölen Lars, eşinin ölümünden sonra kapıldığı yalnızlık duygusunu bastıramayan bir baba tarafından, abisinin kendisini kurtarmak için kaçıp gittiği bir evde yetiştirilmiş. Babasının ölümünden sonra ağabeyi Gus (Paul Schineider) ve ağabeyinin hamile eşi Karin ( Emily Mortimer)'in evinin garajında yaşamaya başlamış, hayatını onların hayatından izole etmiş, iletişimini minimumda tutmuştur. Annesinin Lars'a hamileyken ördüğü küçük battaniyesi ise Lars'ın annesiyle bağlanmada yaşadığı yoksunluk nedeniyle elinden hiç bırakmadığı sevgi nesnesi olarak adlandırılabilir. Bu noktada aslında üzerinde uzunca konuşulması ve Lars'ın kişilik örüntüsü ile ilgili kafamızda oluşacak pek çok boşluğu, psikanaliz ekollerinden ve Melanie Klein tarafından ortaya atılan Nesle İlişkileri Kuramı (Nesne ilişkileri teorisi, çocuğun  Ödipal dönem öncesindeki -2-3 yaş öncesi- dış dünyayı nasıl algıladığına, dış dünya ile ilgili deneyimlerini nasıl zihinsel bir organizasyon içine yerleştirdiğine, yaşamın ilk günlerinden itibaren diğerleri ile olan ilişkilerini oluşturma biçimine, bu ilişkilerin zihinsel yapıya ve daha sonraki ilişkilerin şekillenmesine olan etkilerine ağırlık veren bir zihin teorisi şeklinde özetlenebilir.) ile doldurabiliriz. Kuramla ilgili daha detaylı bilgi için lütfen kncok knock!.
  
      Filmin Bağlanma Temasına hizmet eden başlıklarını kabaca kategorize etmek gerekirse: Kendini Keşfetme, Kardeşlik, Battaniye(Sevgi Nesnesi), Kilise, İzolasyon, Travma, Delüzyon, Yalnızlık, Obsesif-Kompulsif.

    Dolayısıyla Bianca eve gelene kadar, anne yoksunluğu ve yetersiz özbenlik duygusunun (diğerleri için uygun biçimde kaygı duymayı barındırma, öz değerlilik, gerçekliğin getirdiği zorluklarla ve görevlerle başa çıkmak, kendini ortaya koyma sürecinde aktif olmak) Lars'ın tüm davranışlarına ve duygulanımlarına paylaştırıldığını izliyoruz. Bianca'nın eve gelişiyle de Lars'ın, Bianca sayesinde doldurduğu tüm boşluklarını somut bir biçimde seyrediyoruz. 

     Filmin benim için peş peşe sıralanabilecek önemli detaylarının başında, elbette ki senaryo geliyor. Birbiri içerisinde çok ince çizgilerle ayrılan ve özenilmezse çok başka taraflara çekilebilecek ve bayağılaşabilecek konuları, kusursuz bir mütevazilikte sunuşu. Lars'ın dramatik geçmişi, eve kız arkadaşı olarak internetten satın aldığı plastik kadını getirip ağabeyi ve eşiyle tanıştırması, tüm kasabanın Lars'ın içinde bulunduğu durumu kabul etme ve Bianca'yı içlerine alıp seferber olma sürecinde yaşadığı ince geçiş, duygulandırıyor ve güldürüyor ama asla yormuyor.

   Bianca, bir anda Lars'ın insanlarla kuracağı ilişki ve iletişimlere açılan kocaman, heybetli  bir kapıya dönüşüveriyor. Lars, Bianca sayesinde Gus ve Karin'in onu gerçekten sevip sevmediğini, kasabadaki diğer insanlarında onu umursayıp umursamadığını test etme şansı buluyor. Yeterli farkındalığa ulaştığında, Bianca'yı ölümcül bir hastalığa mahkum ediyor.


      Lars'a aşık olan kız Margot ile olan sahneleri, ağabeyi Gus'ın çocukken kendi arkadaşlarıyla oynamak için gittiği ve Lars'ı yanında götürmediği gölün kenarındaki sahneler, Gus'ın karısı Karin ile Lars'ın ilişkisi, Karin'in doğacak bebeğine Lars'ın yüklediği sıkıntılı anlamlar, Lars'ın dünyasını anlamlandırmak adına izlerken üzerinde durulması gereken önemli detaylar diye düşünüyorum
     Bitirirken son olarak, Lars and the Real Girl sayesinde kafamda ampul yakan Ryan Gosling'in tüm filmlerini geçen ay oturdum izledim ve gelecek oyuncu performansları postlarımda ilk misafirim kendisi olacak. Yavaş ve emin adımlarla tırmandığını düşünüyorum. Her filminde bambaşka ve uç karakterleri oynaması zihnimde, Edward Norton siluetleri uçuşmasına neden oldu. Sıklıkla görüşmek üzere!







2 yorum:

Bir Adamın Güncesi dedi ki...

Süper film :)

Unknown dedi ki...

Kesinlikle iyi hissettiren harika bir film :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...