25 Aralık 2011 Pazar

Yüze Göze Bulaştırılanlardır Aslında Rüyalar...

İster mevcut duygunun yönelimi diyelim, ister canım istedi oldu.. Mesela, pazartesileri sevmeye çalışırken yanlışlıkla başka bir şeyi sevdiğiniz olmuş mudur? Aslında bence fark etmesek de hep öyle olmuştur. Kovaladığımızı sandığımız duygu tarafından kovalanır, zorlamaya çalıştığımız duygunun tuzağına kolaylıkla düşüveririz. Bunun adına da tesadüf der, akla uydururuz. 
Neden mi? 

Yazının bu bölümünde sıkıcı ama gerekli bir kaç önemli bilgiyi en kaba haliyle naçizane vermek isterim. Anlatmaya Freud Baba'dan (Sigmund Freud hakkında detaylı bilgi için knock knock ) desteklerle yola çıkmak istiyorum. Şöyle ki; başta da söylediğim gibi mevcut duygu muhabbetine dönüyor kelimelerim. Freud, bilinç altı denilen zımbırtının iki karşıt güçlü duyguyu barındırdığını söyler "Libidinal enerji". Hatta libidonun görünümleri, Sevgi ve Nefret'ten oluşur der.
Kısa ve net bir örnek vermek isterim: Orgazm olunduğunda duyduğun haz, yeşil bir elma yenildiğinde duyulan haz ile aynıdır. Esasında açığa çıkan enerji aynı, ancak enerjinin yönelimi farklıdır. Tabii olay, elma bulamıyorsam sex yapayım nasılsa açığa aynı enerji çıkacak ve libidom bayram edecek değildir. Çünkü bu noktada sosyal normlar yani süper ego devreye girer. Cins-i  Adem'i ya da Havva'yı her arzuladığında (idin her istediğinde sex yapamayacağına göre) toplumca daha kabul edilebilir, görünüşte sosyal olarak kabul görecek orgazmlar yaşamayı yeğlersin. Mesela, kayak yapmak, yüzmek, şarkı söylemek, onay almak, takdir edilmek, gurur duyulmak gibi.. Her öfkelendiğinde sokaktan birini çevirip dövmek yerine box yapmak da aynı enerjinin diğer türlü açığa çıkışıdır. Hem libidinal enerjiyi deşarj edecek hem de toplum tarafından sıkıntı yaratmayacak seçimler yapmak kişisel eğilimlerle de paraleldir esasında. Bu noktada daha sonra detaylı bir biçimde id, ego ve super ego kavramlarıyla birlikte, Carl Gustav Jung'un kollektif bilinçaltı modeli üzerinde uzun uzun postlar yazmaya karar verdim. Bu kadar kısa anlatılabilecek bir konu değil.

Evet konumuza ve bu ilk post olma şerefine nail olacak yayınıma neden böyle başladığıma dönersek; pazartesileri sevmeye çalışırken, sevgi-nefret dürtülerinden oluşan libidinal enerjimin yönelimini nereye çevirsem bilemedim ve bir sinema grubunun içinde buluverdim kendimi. Amatör olarak başladığımız grup epey yol kat etti. Geçen yıl bu zamanlar başladığımız sinema grubumuzla her hafta bir film izliyoruz. Birbirini hemen hiç tanımayan üyelerin oluşturduğu sinema grubumuzda önce grubun her bir üyesinin istediği değişik tür ve temalarda filmler izledik. Ardından daha ayakları yere basan eleştiri ve araştırmalar yapabilmek için filmleri tema, yönetmen, tür, akım alt başlıklarında seçip izlemeye koyulduk. İlk seçtiğimiz filmler şunlardı:



Grubun kaynaşması için biraz romantik bir başlangıç yapmak istedik ve ilk olarak Wristcutters: A Love Story'i izlemeyi tercih ettik.


Yönetmen: Goran Dukic 
Orijinal adı: Wristcutters : A Love Story
uzun metrajlı film ABD . Tür: Fantastik , Dramatik komedi
Süre: 91 dk Yapım yılı: 2006 
Özet: Zia, kız arkadaşı Desiree’den ayrılınca yaşadığı acıya dayanamaz ve intihar eder. Acısını sonlandırmanın yolunu ölümde bulacağını sanırken hiç beklemediği bir şekilde büyük bir yanılgıya düştüğünü anlar. Gözünü, sadece intihar edenlerin var olduğu bir dünyada açar. Daha detaylı incelemek için lütfen knock knock . 
Grup üyelerinin serbest çağrışımlarına güvenerek spontan seçilen ilk 8 filmi ve kısa künyelerini sonraki postlarda paylaşacağım. Hepsinin kıymetli filmler olduğunu düşünüyorum. 
Sonuç olarak bu ilk postumda, görünüşte bir sinema grubundan bahsetsem de, kendimi pazartesileri sevmeye zorlarken, filmleri ve film izlemeyi severken bulduğumu anlatabilmek için yayınladım. Sanırım artık pazartesileri sevip sevmemek pek de umrumda değil, zira bambaşka bir hazzı keşfetmeme neden olan pazartesilere müteşekkirim. Sıklıklıkla görüşmek üzere şimdilik çaw!


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...