Reha Erdem filmografisini yazdıktan sonra biraz bencillik yaptım, kendime bir hafta ayırdım ve işten güçten, hayat gailesinden ırak yerlere seyr-ü sefer ettim, gönlümü hoş eyledim, hasıl-ı kelam minik Anadolu şehrimden topukladım. Blogla da neredeyse iki haftadır ilgilenemedim, içim yalnızca buna biraz sızladı. Nedense bu posta böyle bir girizgah yapmak istedim, bu konuda içimde açıklama yapma isteği yükseldi ve kendimi bu satırları yazarken yakaladım. Bıraksam kendimi daha neler yazarım, ama artık filme geçsem fena olmaz diye düşünüyorum.
Bir önceki postta, filmin künyesini yayınlamıştım ama hem bütünlüğü bozmamak, hem de her zamanki rotadan sapmamak adına aynen devam edelim. Buyursunlar efendim, filmimizin kısa künyesiyle başlayalım (Vira Vira!):
Yönetmen: Reha Erdem
Yapım Yılı, Süre: 1999, 100 Dk.
Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Taner Birsel, Bennu Yıldırımlar, Zuhal Gencer, Ara Güler, Serra Yılmaz, Sevin Okyay, Engin Alkan, Ali Düşenkalkar, Bülent Emin Yarar
Görüntü Yönetmeni: Florent Herry
Müzik: Pressure Drop- My Friend
Ödülleri: "En İyi Yabancı Film" dalında Türkiye'nin Oscar adayı oldu ve birçok seçkin uluslararası festivale katıldı.
Yapım Yılı, Süre: 1999, 100 Dk.
Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Taner Birsel, Bennu Yıldırımlar, Zuhal Gencer, Ara Güler, Serra Yılmaz, Sevin Okyay, Engin Alkan, Ali Düşenkalkar, Bülent Emin Yarar
Görüntü Yönetmeni: Florent Herry
Müzik: Pressure Drop- My Friend
Ödülleri: "En İyi Yabancı Film" dalında Türkiye'nin Oscar adayı oldu ve birçok seçkin uluslararası festivale katıldı.
Özet: Bir gömlekçi dükkanını işleten, kendi halinde, sıradan, monoton bir yaşam süren Selim ve karısı Ayla'nın hayatına büyük bir para girer. Para; evlenmiş, boşanmış, bodrum katında annesiyle yaşayan, gündüzleri vitrin gezen ve dış dünyayla tek ilişkisi televizyon olan komşuları Nihal'i de etkiler. Ve küçük yaşantılarına giren bu büyük paranın, küçük bir suçu ve büyük bir trajediyi getirmesi kaçınılmaz bir hal alır. (Bilgiler buradan.)
Selim: "Yapmak" değil, olmak zor."
Bilenler bilir, Chapterhouse Dune romanında (serinin 6. Kitabı) hayatta kalan son tleilaxu ustası Scytale'nin şöyle bir sözü var: "Yaşamını kendi benliğinin eksiksiz bir tasvirini yaratmakla geçiren bir yaratık, bu tasvirin antitezi olmaktansa ölmeyi tercih eder." Çünkü Selim'in de dediği gibi: Yapmak değil, olmak zor.
Bu filmde, Selim karakterini anlamak adına söylenebilecek en temiz açıklama bu cümle olabilir diye düşünüyorum. Selim, (ki karakter düşünüldüğünde ironisi tavan yapan isimdir) filmimizin kahramanı, İstanbul'un hatırı sayılır eski semtlerinden birinde gömlekçi dükkanı sahibi, sıradan, naif, dürüst, bir aile babası. Sosyal ilişkileri açısından düşünüldüğünde Selim, dükkanının olduğu semtteki, komşu esnaflara nazaran çok farklı, müşterisine karşı asla esnemeyen, kısacası "esnaf adam" denilemeyecek, soğuk, mesafeli ve içe dönük karakteriyle film boyunca başına gelenlerle nasıl başa çıkacağı konusunda sıklıkla ip ucu veriyor. Aslına bakılırsa izleyicide film boyunca süren gerilimin en önemli nedeni biraz da Selim'in, içine düştüğü sorunla ilgili, kişilik özelliklerinden kaynaklanan, başa çıkma yetileri denilebilir. Yazı boyunca Selim'in başına gelen olayları ve Selim'in tepkilerini yazdıkça, Selim ve yukarıda romandan yaptığım alıntıyla ilgili taşlar yerine oturacaktır, sabrınıza amadeyim :)
Film kısa bir süre, Selim'in para hakkındaki "Para kolay mı kazanılıyor?" türevi cümleleri etrafında, ailesi ve dükkandaki müşteri diyalogları üzerinden yürüyor, böylece Selim'in devam eden rutini hakkında, geçmişine dönük olmayan fikirlerle doluyoruz. Filme ismini veren para, Selim'in hayatına bir akşam bindiği takside giriyor. Paranın buluntu para olmasının vicdan muhasebesini aynı gece, parayla birlikte eve gelmesinden itibaren yapmaya başlayan Selim'in kaygısını fena hissettiriyor Taner Birsel. İkinci karede görülen gazete küpüründe ise Selim, paranın bir banka veznedarının bankadan çaldığı para olduğunu öğreniyor. Bunun Selim'in para konusunda yaşadığı ilk kırılma noktası olduğu söylenebilir. Ancak yine de yaşadığı rahatlamanın tam anlamıyla bilinç düzeyinde olduğunu söylemek güç. Son kare ise tren garındaki, birinin cüzdanını çalan iki yan kesiciyi kovaladığı sahneden ve paranın çalıntı olduğunu öğrenmesinin hemen ardından geliyor. Ki bu da Selim'in toplum içerisinde dürüst/namuslu bir adammış gibi kendini maskeleyeceği, çırağına söylediği "Yapmak değil, olmak zor." cümlesinin ironisini desteklemek için filme yerleştirilen sahnelerden, Selim "dürüstmüş" gibi yapıyor, ama "dürüst" olmuyor.
Filmde dikkat çekici en önemli metafor, Selim'in parayı sakladığı komidinin üstünde duran bu melek biblosu. Zira, aceleyle parayı saklamaya çalışırken, biblo yere düşüp kırılıyor, Selim ilk fırsatta bibloyu yapıştırıyor. Bu konuyla ilgili kareler de yine Selim'in bibloyu yapıştırma çabası ile ilgili olarak, vicdan muhasebesi açısından yorumlanabilir. Kısaca melek biblosu masumiyeti temsil ediyor. Bu anlamda biblonun kırılışı ise, Selim'in masumiyetinin parçalanışına hizmet ediyor ki zaten Selim'i bibloyu yapıştırdıktan sonra paraları sayarken görüyoruz. Klişedir ama, ne yazık, yapıştırsa da biblo eskisi gibi olmuyor.
Selim'in parayı somut olarak benimsemeye başladığı ise sağ tarafta görülen bu iki kareyle netleşiyor ki, Selim nerede polis görse yolunu değiştiriyor, kaçıyor, hatta durum, dükkanına gelen bu polisi gördüğü anda tezgahın arkasında eğilip, saklanmasına kadar varıyor. İkinci kareye dikkatle bakılırsa arkada saklanan kahramanımız Selim'i görebiliriz. Çırağını kovduktan sonra da, dükkanını soyan hırsızı, korkusundan polise bildirmiyor ve suçu işten kovduğu çırağının üzerine atıyor.
Yukarıdaki kolaj sahnelerde görülen ilk karenin, Selim'in parayla ilgili yaşadığı içsel savaşı ve parayı kabullenişi anlamında, ikinci kırılma noktası olduğu söylenebilir. Çünkü ilk karede, lüks bir arabayla Selim'e çarpıp gömleğinin yırtılmasına neden olan adamın, Selim'e söylediği "Kardeşim, benim arabamın çizik tamir parası senin gömleğinden üç tane alır, ben bir şey demiyorum sen gömleğim yırtıldı, diyorsun." sözü Selim'in parayı benimsemesinde büyük rol oynuyor, kendisinin de büyük bir mebla paraya sahip olduğu yönündeki farkındalığı pekişiyor. Zaten peşi sıra gelen üç planda, Selim'in evde yalnız oluşu, su muhallebisini yerken para konulu eski bir Türk filmi izlemesi ve sonra paraya sarılarak, yatağa uzanması ve düşünmesi yine Selim'in parayı kullanmaya başlayacağı yönünde güçlü ipuçları veriyor.
Dükkanının genç bir çocuk tarafından soyulmasının ardından, parayla ilgili endişesi artan Selim, bankadan kendi adına bir kasa kiralıyor. Bu da Selim'in parayla ilgili vuku bulan ikinci somut hareketi olarak düşünülebilir. Ancak ikinci karede hemen ardından gelen cami avlusunda, ezan eşliğinde hıçkırarak ağladığı ve onu takip eden yanına yaklaşan kediyi tekmeleyerek fırlattığı sahne, Selim'in dürtülerine olan teslimiyetinin vurgulanması ve karakterin nasıl kıvrandığını izleyicinin hissetmesi açısından oldukça çarpıcı verilmiş. Selim tanrıya, yanına acıklı bir şekilde miyavlayarak gelen kedi Selim'e sığınıyor. Selim kediyi tekmeliyor ve aslında içine düştüğü cendere düşünülürse, bir anlamda Tanrı da Selim'i... Son karede görülen sahnede ise, Selim yanına aldığı bir miktar paranın ilk 50 dolarını bozduruyor ve gidip eşi Ayla'ya kırmızı bir ruj alıyor. Esasında bu hareketiyle de, bir anlamda kendini rahat hissettiğini sonraki sahnelerde görüyoruz.
Ayla: "Selim'ciğim, sende bir tuhaflık mı var?"
Ayla'ya aldığı kırmızı ruj, Selim'in parayla ilgili yapacaklarını mantığa bürümesinde büyük fayda sağlıyor(Yeri gelmişken eklemekte fayda var, Bennu Yıldırımlar'ın pırıl pırıl performansı filmin rahatlatıcı öğelerinden). Ayla'ya ruju hediye ettikten sonra, bir ev ve bulaşık makinesi almaktan söz ediyor, kısacası eskiden tartışmalarına neden olan ve para gerektiren her ne varsa, artık sahip olabileceklerini Ayla'ya söylüyor. Ayla'yı çok pahalı bir restorana yemeğe götürüyor, ona pahalı takılar alıyor vb. Her ne kadar Ayla'ya yaptığı şovlar ilişkilerini farklı bir boyuta taşısa da, Selim'in gerginliğini parayı harcamaya başladığı ilk sahneden itibaren, yükselerek seziyoruz. Bu arada Selim'in öğle yemeklerini yediği lokantanın yerini, pahalı bir kafenin alması, sürekli yeni işler peşinde koşarak batıp çıkan arkadaşı Ahmet'in satın alacağı tablolar için ona borç vermesi gibi detaylar da, dikkati çekiyor.
Selim parayı harcamadaki haklılığını, çevresindeki insanlara yaptığı harcamayla onların onayını alarak pekiştirirken, yukarıdaki karelerde görülen, vapurda hırsızların üçlü karşılaşma sahnesi Selim'e parasının çalıntı olduğuyla ilgili hatırlatmayı yapıyor sanki... Şunu eklemek isterim ki, ilk izlediğimde gerçekten şaşırtıcı ve beklenmedik bulduğum bu sahnenin daha sonra izlediğimde biraz zorlama olduğu kanısına vardım. İlk ve ikinci karede, bankadan parayı çalan veznedarla vapurda göz göze gelen Selim'in, kalkıp vapurun başka bir bölümüne oturduğu sırada, dükkanını soyan hırsızla göz göze gelmesi, Selim'in para hakkındaki ahlaki hislerini anlamamız açısından oldukça ironik şekilde tasarlanmış. (Sanırım filmin finalindan sonra, filmi hatırlatan en büyük çağrışımın sahibi de yine bu vapurda karşılaşma sahnesi).
Birbirini izleyen bu dört karenin de yine, Selim'in ahlaki ve vicdani tüm çatışmalarını barındırdığını düşünüyorum. Şöyle ki, ilk karede dükkanını soyan hırsızın suçunu üstüne attığı eski çırağı hakkında çok zorlanarak verdiği, yalan ifade ve ifade sahnesinin hemen ardından gelen Selim'in sokak ortasında kustuğu sahne geliyor. Ki sahnenin devamında Selim kusarken bir köpek şiddetle Selim'e havlıyor, Selim öfkesini köpekten çıkarıyor. Ardından gördüğü bir gece kulübüne giren Selim, burada striptiz yapan kızları izliyor ve kızların daha fazla soyunmaları için kutuya yüklü bir miktar para atıyor. Esasında bu sahneyi izlerken, Selim "dürüst ve namuslu" tarafının intiharının yasını tutuyor, gibi fikre kapılıyoruz ki, çok da kelimelere dökülebilecek bir sahne değil. Bazen bazı sahneler hakkında ne kadar konuşsanız da, demek istediğiniz şeyi tam olarak anlatamazsınız, bu sahne de öyle hissettiriyor.
Filmin, yukarıda gördüğümüz bu deniz kenarı sahnelerine dek, Selim'le birlikte öyle çok geriliyoruz ve Reha Erdem de öyle düşünmüş olacak ki, hem Selim'i hem bizi rahatlatıyor ve soluğu gergin zamanların kurtarıcısı deniz kenarında alıyoruz. Filmin karanlık, gizemli ve gergin havasından çıkıp, Reha Erdem'in nefis planlarıyla buluşup, soluklanıyoruz. Ama paranın laneti, Selim'in burada da rahatlamasına izin vermiyor ve Selim, gazetede parayı çalan veznedarın intihar haberini okuyor. O andan itibaren, kaçtığı yoğun kaygısı onu yine yakalıyor, bir an önce gitmek istiyor ve o telaşla bindiği arabasıyla, kızının sahil kenarında birlikte oynadığı yavru köpeğe çarpıp, ölümüne neden oluyor.
Yukarıdaki karelerde ise, Selim bankadaki tüm parayı ceplerine doldurup, koşarak dükkana geliyor. Filmin başında, parayı bulmasından itibaren bir çeşit kendini rahatlatma gibi yaptığı, dükkanın kapılarını kilitleyip, tezgahın arkasındaki boşluğa uzanıp, derin nefes alarak gözünü tavana diktiği kaçınma davranışını bu kez daha yoğun sergiliyor. Öyle ki, bir ara kalkıp camdan baktığında, hızla koşarken yere düşürdüğü parayı fark ediyor. Kaygısı o kadar yüksek ki, parayı yerden alırken dükkanına yönelen bir müşterinin dükkana girmesiyle birlikte, müşteriye arkası dönük bir şekilde sadece kafasını sallayarak yanıt verirken, bir yandan da parayı yemeye başlıyor. Bu noktada, Selim'in içinde, eski Selim'den kalan, ahlaki ve vicdani boşluğu doldurma çabasıyla parayı yediği düşünülürse, filmin güçlü analitik detaylar barındırdırğını, yinelemek yerinde olur diye düşünüyorum, zira Selim para konusunda öylesine dürtüsel davranıyor ki, davranışı parayı yemeğe kadar varıyor. Takip eden sahnelerde, yani filmin sonlarına doğru paranın nereden geldiğini merak eden Ayla'ya piyangodan para çıktığını ve bir süre sakladığını söylüyor. Hayatını gömlek satarak kazanan Selim'in film boyunca giydiği gömlerinse başına gelmeyen kalmıyor; araba çarpıyor, gömleği yırtılıyor, lokantada garson gömleğine yemek döküyor, bir kadın dükkanına girip erkek gömlekleri deniyor... Tüm bunlar bana, Reha Erdem'in, Selim'in gömleklerden yavaş yavaş kopuşunu vermek için yaptığını düşündürdü.
Nemfomanik komşu Nihal'den bahsetmeden geçmek haksızlık olurdu, ki Selim'e filmin başından itibaren her gördüğü yerde asılan, dükkanına gelip, erkek gömlekleri deneyen, Ayla'nın evde olmadığı her anı değerlendirip bir bahaneyle Selim'i sıkıştıran kadındır kendisi. Selim, Nihal'le ilgili kırılmanın ilkini, dükkanından aldığı gömleğin parasını almayarak, ikincisini ise, caddede tesadüfen karşılaştıklarında, ona beğendiği elbiseyi alarak kademe kademe yaşıyor. Selim'in mahvına neden olay ise, yine Nihal'den geliyor ve Selim'in tüm ahlaki değerlerinin çekirdeğine dinamiti koyuyor. Selim'in filmin başında söylediği "Yapmak değil, olmak zor." sözünün, filmin final sahnesinde, Selim için ne kadar acı verici bir hal aldığını görüyoruz. Filmin ana teması, ahlak ve vicdan sorgulaması şeklinde düşünüldüğünde, temaya hizmet eden alt başlıkları; Selim'in yaşadığı yabancılaşma, kişisel tercihler, öncelikler, ütopya, aşağılık kompleksi, özdeşleşme, ait olmayan bir parayı içselleştirme, mantığa bürüme, orta sınıf yaşamı, suçluluk duygusu ve teslimiyet üzerinden düşünülebilir.
Yukarıda görülen bu kareleri ise, filmin ismine ithafen kolaj haline getirdim. Zira Selim, filmin İngilizce isminde (Run For Money) olduğu gibi, film boyunca para için koşuyor; Türkçe isminde olduğu gibi (Kaç Para Kaç) kaçan parayı kovalıyor ya da diğer bir anlamda hayatın kıymetini "Kaçparakaç?" diyerek sorguluyor. Bu noktada eklemek isterim ki, Selim karakteri ve üzerimde bıraktığı yabancılaşma hissi, bana nedense Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli" romanını sinemaya uyarlayan Ömer Kavur'un filmini hatırlattı. "Anayurt Oteli/1987"nin Zebercet'i ve "Kaç Para Kaç"ın Selim'i çok benzer geldiler. Bunun yanında yabancılaşma temasını, yine başrol oyuncularından kaynaklı, bana göre, en iyi veren iki yabancı film M. Scorsese'nin "Taxi Driver/1976" filminin Travis'i ile Wim Wenders'in "Paris Texas/1984" filminin (yine) Travis'i. Bu iki farklı filmdeki iki Travis'in de, filmlerin konuları farklı olsa da, Selim'le benzer duygu durumları yaşadığı söylenebilir.
Filmin en çok akılda kalan bölümü, izledikten sonra, finali en iyi olan filmler listenizin ilk sıralarına yükselebilecek final sahnesi. Çok çarpıcı bulduğum halde final sahnesine yer vermek istemedim. Çünkü Selim ile ilgili film boyunca yaşadığımız, giderek artan gerginliğin katarsisini yaşayabilmek adına, yazının görsel bir kanıt barındırmasını istemedim. Bu sebeple son sahne için, sahneye izleyiciyle birlikte şahit olan, Selim'in ailesinin yer aldığı bu kareyi koymayı uygun buldum.
Gelelim filmin sürprizlerine ve detaylarına... Bilindiği gibi Reha Erdem, "A, Ay" filmini çekmesinin ardından 10 yıl boyunca film çekmemiş, Türkiye'nin hatrı sayılır, akılda pek kalan 90'lar reklamlarının aranılan reklam yönetmeni olmuştur. Bu süre zarfında sinema ve tiyatro dünyasında kurduğu ilişkilerde ve maddi durumunda oldukça iyi bir noktaya gelmiş olmalı ki, filmin bir kaç saniyelik sahnelerinde bile büyük tiyatroculara rastlıyoruz. Kaldı ki filmin bütçesinin de yine hakkında konuşturacak bir rakam olduğunu hatırlatmak gerekir. Ara Güler'in antikacı rolünde aniden belirmesi, müşterilerin bile sırasıyla Meral Çetinkaya, Köksal Engür, Sevin Okyay, Serra Yılmaz ve Cüneyt Türel gibi oyuncular tarafından vücut bulması, her yeni yönetmenin altından kalkabileceği bir iş değil. Bunları özel isimler olduğu için saymak istedim, esasında filmin bütününe bakıldığında, aşina olmadığımız kimse yok, her biri kıymetli oyunculardan seçilmiş. Filmin Görüntü yönetmeni koltuğunda, Reha Erdem filmlerinde bu filmden sonra sıklıkla göreceğimiz, Florent Herry oturuyor. Ana müzik ise Pressure Drop'tan "My Friend".
Reha Erdem geçen yıl verdiği bir röportajında, "Kaç Para Kaç"ın ana akım sinemaya olan katkısı ve seyircinin ön yargıları hakkında ne düşündüğü sorusuna: "Hayır, tam tersine yaptıklarımın kolay ve seyirciyi özgür bırakan filmlerden olduğunu düşünüyorum. Bu özgürlüğün tadına varmak için açık ve özgür ruhlu, yani ön yargısız olmak gerekiyor. Yoksa önyargı yıkmak kolay iş değil." şeklinde cevap vermiş, "Kaç Para Kaç"ın Selim'inin gıyabında seyirciyi de özgürleştiren bir film olduğuna dikkati çekmiştir.
Yazıyı filmin fragmanıyla bitirelim o vakit:
Bitirirken; bu yazıyı fazlaca uzattığımın farkında olduğumu ve kendimi durduramadığımı eklemek isterim, affola! Esasında durum şöyle gelişti; filmle ilgili görselleri internette araştırırken, asıl aradığım karelerin var olmadığını, olanların da filmle ilgili anlatmak istediklerime yetersiz kalacağını fark ettim. Filmi yeniden izleyip, istediğim sahneleri ve kareleri "capture" seçeneğiyle yakaladım, ardından kolajları oluşturdum. Yazı ve hazırlık aşamaları epeyce vaktimi alsa da, kafamdakine çok yakın bir post oluşturmayı kendimce başardım.
Sıklıkla görüşmek üzere...