22 Şubat 2012 Çarşamba

Yönetmen: "Woody Allen", Film: "Annie Hall"

    Yönetmen başlığı altında Woody Allen'ın üç farklı döneminden, 70'ler 80'ler ve 2010'lardan olmak üzere,  yoğun bir kararsızlıkla üç film seçtik. İlki 1977 yapımı Annie Hall oldu.
  Woody Allen biyografisi ve filmografisiden Woddy Allen Külliyatı isimli postumda bahsettikten sonra, sanırım artık gönül rahatlığıyla Annie Hall analizime geçebilirim, tabii her zamanki gibi önceliği filmin künyesine veriyorum: 
 
Yönetmen: Woody Allen 
Senaryo: Woody Allen, Marshall Brickman
Oyuncular: Woody Allen, Diane Keaton, Tony Roberts
Görüntü Yönetmeni: Gordon Willis
Uzun metrajlı film ABD 
Tür: Dramatik komedi , Romantik 
Süre: 93 dk Yapım yılı: 1977 
Özet: New York'lu komedyen yazar Alvy Singer (Woody Allen) aşkın peşinden gitmek istese de, yaşadığı entellektüel ortamda aradığını bulabileceği konusunda oldukça umutsuzdur. En az kendisi kadar nörotik olan şarkıcı Annie Hall (Diane Keaton) ile tanışması ise önyargılarını sona erdirir. Yoğun olduğu kadar farklı olan bir ilişki yaşamaya başlarlar. Annie Hall'u etkileyici kılan, aşk üzerine öncekilerden farklı şeyler söylemeye çalışması. Künye Beyazperde den. Film hakkında daha detaylı künye için lütfen knock knock!

   Yukarıda filmin en sevdiğim karelerinden oluşan bir kolaj hazırladım. Bu noktada filmin ana teması olan "kadın-erkek ilişkisine" ve "kadın-erkek ilişkisindeki patolojik köken"e  hizmet eden alt başlıklarını da bu karelerin altına yaraşır bulduğumu eklemek isterim. Kıskançlık, nevrotik kişilik, ayrılık, sürrealizm, ilişkiyi sofistike kalıplara sığdırma çırpınışları, entelektüel ilişkiler, psikanaliz, ego savaşları, filmin teması etrafında dönen ve sıklıkla üzerine düşünmemiz gerektiğini hissettiren alt başlıkları denilebilir. 

     Kahramanımız, 15 yıldır psikanaliste giden Alvy Singer(ki Woody Allen'ın kendisinin de 30 yıllını psikanalize adadığı bilinir). Öncelikle filmin introsunda, kendini anlattığı cümlelerini yazmak isterim, zira bize yazının ilerleyen bölümlerinde fazlasıyla ışık tutacağını düşünüyorum:
     "Eski bir espri vardır, bilirsiniz. İki yaşlı kadın dağ başında bir lokantada yemek yemektedirler. Biri, "Lanet olsun!" der. "Yemekler ne kadar da berbat!". "Evet." der diğeri, "Üstelik ne kadar da az!" Yani...bu benim yaşam hakkındaki düşüncemin kısa bir özetidir: Yalnızlık, sefillik, acılar ve mutsuzluklarla doludur, ama keşke bu kadar kısa olmasaydı. Diğer birçok sevdiğim esprinin kaynağının da Groucho Marx olduğunu söylerler ama bence temelinde Freud'un zekasının ve bilinçaltı üzerine fikirlerinin yattığını söyleyebilirsiniz. Espri şöyle: "Benim gibi birinin bile üyeliğini kabul edecek hiçbir derneğe asla üye olmazdım." Bu espri de, benim yaşamımda kadınlarla olan ilişkilerimin bir özeti sayılabilir. Kırk yaşına geldim ve galiba bir tür bunalım filan içindeyim. Ben yaşlandıkça olgunlaşmaya inanan biriyim. Yani ağzından tükürükler saçarak, kafelerde elinde bir alışveriş torbasıyla sosyalizm üzerine nutuklar çekmediğim sürece.  Sinirli bir adam değilimdir. Depresif biri de sayılmam. Hatta ben oldukça mantıklı ve mutlu bir çocuktum. 2.DÜnya Savaşı yıllarıydı ve biz Brooklyn'de yaşıyorduk. 

       "Çocukluğumun, hep ayaklar altında geçtiğini söylediğimde psikiyatristim hep abarttığımı söylerdiBugünse, sinirli yapımın altında bu gerçeğin yattığını düşünüyorumBabamın bir çarpışan araba gösterisi vardıHırsımı her zaman bu arabalardan çıkarırdımBir devlet okulu olan bizim oradaki öğretmenleri hatırlıyorum da. Derdik ki,'Kendisi yapamayan öğretir, öğretmenlik bile yapamayan,spor öğretmeni olur. Spor öğretmeni bile olamayan da gelir bize öğretmen olur.' Sınıftaki çocukların budala olduklarını düşünürdüm hep. Okul arkadaşlarımın çoğunun izini kaybettim, ben de komedyen oldum. Beni orduya almadılar.Yani..fazla hafifmişim..."

            Sanırım film hangi arama motoruna yazılsa ilk çıkan, yukarıda görülen bu kare olur. İşte kahramanımız Alvy Singer'ın mahvına sebep güzel kadın : Annie Hall. Woody Allen'ın biyografik öyküsünü anlatan film, kendi geçmişine dair güçlü göndermeler, öz eleştiriler ve hicivlerle doldurulmuş. Kadın-erkek ilişkisini(çatışma ve yakınlaşmalarını), her iki tarafın gözünden, sıklıkla entelektüel içerikli cümlelerle beslenmiş repliklerle, muazzam bir akıcılıkta veren Woody Allen, filmin çapraz kurgularını da bol bol kullanarak, izlerken filme olan ilgiyi hep üst noktada tutmayı başarıyor. 

            Filmin benim için en hoş bölümleri ise, Alvy'nin her hangi bir stres anında, yaşadığı, düşündüğü ya da kendini içinde bulduğu durumlarla ilgili. Mesela, yoldan geçen insanları içinde bulunduğu durum hakkında konuşturması, kameraya dönüp seyirciyle konuşması ve kendini çocukluk anılarının içinde ya da onları izlerken bulması gibi. Hem çok fantastik, hem abartısız, hem de sempatik olmuş. 
       
     En çok zevk aldığı şey fotoğraf çekmek olan Annie'yi, ilişkilerinin ilerleyen günlerinde, sürekli bir takım entelektüel kalıplar içerisine sokmaya çalışan Alvy, Annie'yi roman, şiir, Batı İnsanının Modern Bunalımları, Rus Edebiyatında Varoluşçu Motifler, vb. gibi kurslara gitmesi için zorluyor. Öyle ki, durum, ilişkilerindeki sorunların hallolmasını isteyen Alvy'nin, Annie'ye kendi psikanalisti aracılığıyla bir terapist bulmasına kadar gidiyor. Yukarıdaki bu kare, terapi seanslarında Alvy ve Annie'nin karşılıklı duygularının aktarılması için, filmde özellikle yan yana verilen ve filmin en sevdiğim planlarından. Daha önce birbirinden donanımlı ve entelektüel iki kadınla evlenip boşanan Alvy'nin, kendi aşağılık ve yetersizlik hislerinden güdülenerek, Annie'nin entelektüel eksikliklerini hedef alması ve sürekli bunun üzerine oynamasıysa, hemen her ilişki için özdeşim kurulabilecek bir durum diye düşünüyorum. 

       Bu kareyi eklemeden edemedim, çünkü bu kamera açısından görülen film afişinin, filmimizin temasını ve Alvy'nin halet-i ruhiyesini fazlasıyla destekler nitelikte olduğunu düşünüyorum. Alvy ve Annie yine bir film izlemek için kuyrukta bekliyorlar ve arkada Ingmar Bergman'ın, "Face to Face" filminin afişi var. Afişte görülen iki kadın silüeti ve ikisinin ortasındaki şekil bence çok kıymetli. Afişteki bu şekil hakkında kabaca minik bir detay vereyim;  psikanalistler, kişiliği analiz ederken genelde projektif testlerden (T.A.T., Rorschach, Cümle Tamamlama vb.)  faydalanırlar. Afişte kadınların arasında görünen bu şekil de, psikanalistlerin kullandığı testlerden biri olan Rorschach Testinin şekillerini andırmaktadır. Psikanalist, bu şekle benzer şekillerin bulunduğu Rorschach kartlarını, hastasına gösterir ve şekille ilgili çağrışımlarını sorar. Bu da yine 15 yıldır psikanalitik psikoterapi gören Alvy Singer'ın gıyabında Woody Allen'ın kendisine bir gönderme gibi düşünülebilir. Zira  afişteki filmin yönetmeni Bergman'ın da yine "Face to Face" filminde, beyaz perdeye kendisini yansıttığı ve tüm çocukluk yaşantılarını filmin kahramanı Jenny üzerinden paylaştığı bilinmektedir. Bu anlamda Woody Allen'ın da, Ingmar Bergman'la ayrıca ve dışarıdan bir özdeşim kurup, bu planı filme eklediğini düşünüyorum. 30 yıl psikanalitik psikoterapi desteği alan Woody Allen'ın, "Annie Hall" filmiyle birlikte filmlerinde psikanalitik detayları sıkça kullanmaya başlaması ve kendinden örneklerle hicvetmesi dikkati çeker.

    Annie Hall Style: Bu konuda yorum yapmamak için kendimi tutmamaya karar verdim. Her dönemde modacılara ilham vereceğini düşünüyorum ve biz en az her on yılda bir şimdilerde de sık sık olduğu gibi "Annie Hall esintisi geri döndü." benzeri bir başlık okuyacağız moda bloglarında ya da dergilerinde. 70'leri çok severim, Annie Hall'un tarzının da filmden bağımsız düşündüğümde, bende yeri ayrıdır.

       Ve Woody Allen, Annie Hall'u, yine kendine, şu göndermeyle bitirir: "Yeniden New York'a taşınmıştı. Herifin biriyle Soho'da yaşıyordu. Onları gördüğümde Annie adamı zorla "Üzüntü ve Pişmanlık" filmine sokmaya uğraşıyordu... Bunu kişisel bir zafer olarak algıladım. Annie ve ben bundan sonra bir öğle yemeği yedik ve eski günleri anarak dolaştık. Sonra geç oldu. İkimiz de gitmek zorundaydık. Ama yine de Annie'yi görmek güzeldi. Onun ne kadar harika bir kız olduğunu düşündüm ve onu tanımanın ne güzel bir şey olduğunu. Ve aklıma o eski espri geldi: Adam, bir gün doktoruna gider ve "Doktor, kardeşim fıttırdı. Kendini tavuk sanıyor." der. Doktor da:"Getirseydiniz ya, tedavi ederdim." der. Adam da şöyle der: "Evet ama doktor, yumurtaları çok işime yarıyor." Galiba ben de ilişkilerimde aynı şeyi hissediyorum. Akıl dışı, mantıksız, hatta saçma olduklarını bilseniz de sürdürmeye çalışıyorsunuz. Çünkü hepimizin yumurtalara ihtiyacı var."
       Bitirirken, türünün ilk örneklerinden olması ve onlarca türevinin peşi sıra gelmesi bir yana, "Annie Hall" kişisel etkisi babında zihnimde ayrı bir yere koyduğum, güçlü yüzleşmeler, farkındalıklar ve özdeşimler yaşadığım bir film olma özelliğini açık ara ele almış, gözdelerimdendir.
        "Annie Hall"dan şimdilik bu kadar. Sıklıkla görüşmek üzere...





17 Şubat 2012 Cuma

Sönmüş Yıldızlar (Ankara Devlet Tiyatrosu)

   Woody Allen'dan izlediğimiz üç filmi analiz etmeden önce dün akşam izlediğim, Ankara Devlet Tiyatrosu'nun oyunu, "Sönmüş Yıldızlar"dan bahsetmeden geçemeyeceğimi hissettim.
   Prömiyerini 12 Nisan 2011'de yapan oyunun konusu, Devlet Tiyatroları'nın sitesinde şöyle özetlenmiş: "Tüm halkların trajik halk efsaneleri, mahvolmuş genç hayat öyküleri vardır. Romeo ve Juliet, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin ve Tatar halkının Server ve İsmail'i... Acımasız kader, bu büyük aşkın da yaşanmasını engeller ve gençlerin yaşamları, gökteki yıldızların söndüğü gibi söner." Detaylı bilgi almak istiyorsanız ya da turneler ve oyunun sergilendiği sahnelerle ilgileniyorsanız buraya göz atabilirsiniz.

    Kerim Tinçuri'nin yazdığı, Albina Garifullina'nın dilimize çevirdiği, M. Raşid Gazudillin yönettiği, 2 saat 10 dk süren 2 perdelik müzikal tragedya türündeki oyunun,  dekor ve giysi tarasımı Sergey Skomorohov'a, ışık tarasımı Ahmet Karademir'e, müzik düzenlemesi Can Atilla'ya, dans düzeni ise Salima Abrahmanova'ya ait. Bir hayli kalabalık bir kadroya sahip olan oyunun öne çıkan oyuncuları, Deniz Yılmaz, Deniz Evin, Can Ali Çalışandemir, Yasemin Karataş, Ayla Alevok ve Pelin Tozkoparan olarak sıralanabilir.

    Gelelim oyunun kıymetli iki detayı olan, ki beni de izlerken ziyadesiyle tatmin etti ve şaşırttı diyebilirim, ödüllerine: 2010-2011 Sanat Kurumu En İyi Sahne ve Giysi Tasarımı (Sergey Skomorohov) ve 2010-2011 Sanat Kurumu En İyi Işık Tasarımı (Ahmet Karademir). Oyunun gerçek anlamda hareketlendiği ve ilk bölümde repliklerden ötürü sıkıcı/abartılı bulunabilecek sahneler, yukarıdaki karelerde gördüğümüz müzik eşliğinde oynanan sahnelere yerini bıraktığında, gerçek anlamda görsel ve işitsel bir şölen haline dönüştü diyebilirim.

    Bir Tatar halk efsanesine dayanan oyunun konusu, birbirine aşık Server ve İsmail'in birbirlerine kavuşmak ve evlenmek için verdikleri mücadeleden gücünü alıyor. Öncelikle oyunun müziklerinin orkestra tarafından pırıl pırıl bir şekilde canlı çalınması ve oyuncuların seslerinin kusursuz oluşu (özellikle de Server rolündeki Deniz Yılmaz'a diyecek kelime bulamıyorum), ışığın, oyuncuların repliklerine göre tasarlanması, zaman zaman tiyatronun o abartılı havasından sıyrılıp, seyircinin konuyu içselleştirmesini kolaylaştırıyor diyebiliriz.

     Her gerçek üstü aşk hikayesinde olduğu gibi, bunda da bir büyücü/kahin vardı elbette. Aslına bakılırsa, bu hikayenin o destansı-masalsı havaya girmesini kolaylaştıranın da yine büyücü kadın olduğunu ve bu büyücü kadının da dinsel mitlerden gücünü alarak, insanları nasıl etkisi altına aldığını fazlaca hissediyoruz. Bunun yanısıra, oyunu izlerken eksikliğini hissettiğim en önemli detay dekorun zayıflığıydı. Eğer müzik ve ışık kullanımının yoğunluğundan dolayı bu detay özellikle atlanmış veya farkedilmeyeceği düşünülmüşse, bence ziyadesiyle farkediliyordu. Çünkü sahnelerin nerede geçtiğiyle ilgili bir kaç cümle geçmese, dekor hikayenin bölümlerinin hangi mekanda geçtiğiyle ilgili fikir vermiyordu.

   Sesi ve fiziksel görüntüsünün güzelliği dışında, muazzam bir oyunculuk sergileyen Server rolündeki Deniz Yılmaz, özellikle oyunun ikinci perdesinde, tüm oyunu akılda bırakacak bir performansa imza atıyor. Oyunun müzikal bölümlerinin sorumluluğunun büyük bir kısmını üstlenen orkestra ise pırıl pırıl, nefis ve oldukça dinamik performanslarıyla göz dolduruyor(Salona girer girmez müziklerin orkestra tarafından canlı çalınacağını gördüğümde açıkçası çok heyecanlanmıştım). 

    Bitirirken; kendimce eksikliklerini hissettiğim ve yukarıda bahsettiğim birkaç konu dışında, kesinlikle izlenilmesi ve vakit ayırılması gerektiğini düşündüğüm bu müzikal tragedya türündeki tiyatro oyunu "Sönmüş Yıldızlar"ın, kendi içerisinde oldukça şaşırtıcı, göze ve kulağa hitap eden detayların bulunduğunu, ayrıca oyunun verdiği sosyal mesajların da kıymetli olduğunu eklemek isterim.
     Sıklıkla görüşmek üzere...
   

   

13 Şubat 2012 Pazartesi

Woody Allen Külliyatı

   Sinema grubu toplantılarımızda halet-i ruhiyemizi abluka altına alan "Ölüm" teması başlığı altında izlediğimiz üç nefis filmden sonra, yeniden yönetmenden devam etmeye karar verdik ve Woody Allen geldi ansızın akıllarımıza. Bundan sonra takip eden üç postta Woody Allen seçmelerimizin analizlerini naçizane yapmaya çalışacağım. Öncelikle Woody Allen filmografisine çok girmeden, yönetmenin hayat hikayesi hakkında fikir sahibi olabilmek ve ustaya saygı babında, biyografisinden başlamak yerinde olur diye düşünüyorum.
   
      Woody Allen , 1935 New York doğumlu Amerikalı yönetmen, yazar, aktör ve müzisyen.  Gerçek adı Allen Stewart Konigsberg olan Woody Allen, 1 Aralık 1935 tarihinde, Martin Konigsberg ve Nettie Cherry'nin oğlu olarak Brooklyn'de dünyaya geldi. Ünlü yönetmenin sinema macerası, henüz 3 yaşındayken, annesinin kendisini "Pamuk Prenses"i izlemeye götürmesiyle başladı. Bu andan itibaren sinema Allen'ın ikinci evi olmuştu. Çocukluk yıllarında Allen'ın en sevdiği film, Billy Wilder'ın, "Double Indemnity"siydi. 1952 baharında Allan S. Konigsberg ismini Woody Allen olarak değiştirdi. Henüz 16 yaşındayken bir çok yerel gazeteye espriler yazmaya başladı. Utangaç biri olduğundan, arkadaşlarının gazetelerde ismini görmesini istemedi. 1961 ve 1964 yılları arasında stand-up gösteriler yaptı. Bu gösteriler dikkat çekmeyi başarınca, bir sinema filmi için senaryo yazma teklifi aldı. 1965'te ilk film senaryosunu yazdı ve 'What's New Pussycat?' adlı bu filmde oynadı. Senaryonun yapımcıların elinde değişime uğramasından hoşnut kalmayınca, kendi yönetmeyecekse filmlere senaryo yazmama kararı aldı. "Casino Royale" adlı filmde oyuncu olarak bulunduktan sonra eleştirmenlerce beğenilen ilk filmi, “What’s Up Tiger Lily” yi çekti (1966). Sonrasında kariyerinde dönüm noktası olan “Take the Money and Run”ı çekti(1969). Bu filmin ardından, United Artists firması kendisiyle anlaşma yaptı.
    Felsefe öğrencisi Harlene Rosen ile 1954te başlayan ilk evliliği, 1962]’ta sona erdi. Ardından “Bananas” (1971) filminin yıldızlarından Louise Lasser ile 1966 yılında dünya evine girdi ancak bu evlilik pek uzun sürmedi ve çift, 1969’da boşandı. 1970li yıllarda yazdığı “Play It Again, Sam” adlı Broadway oyununda oynattığı Diane Keating ile bir süre beraber oldu ve birlikte “Annie Hall” gibi kariyerindeki en önemli filmlerden birinde ve bir çok projede yer aldılar. 1980li yılların başında 12 yıl sürecek olan birlikteliğine Mia Farrow ile başlayan yönetmen, bu süre içinde 2 çocuk evlat edindi. Sonrasında bunların dışındaki üvey çocuklarından biriyle, Soon-Yi Previn ile olan birlikteliği olay yarattı. Asla baba-kız ilişkisine sahip olmadıklarını iddia eden çift, 1997 yılında evlendi ve 2 çocuk evlat edindiler. 

     Çok erken yaşlarda film çekmeye merak salan Allen, okulu hiç sevmedi ve üniversite eğitimini tamamlamadı. Hicivden yoksun öğretmenleri onun komik yanıtlarına not vermediler ve sonuçta New York üniversitesinden atıldı. Allen, hayatının 30 yılını psikoanalize harcadı. Bu seanslar bazen haftada 3 güne kadar çıktı. Bu deneyimini filmlerinde kullandı ve zaman zaman esprisi konusu yaptı. 15 yaşlarındayken her gün klarnet çalmaya başlayan ünlü yönetmen, bugün halen bu alışkanlığını sürdürmektedir. Woody Allen biyografisi hakkındaki bu bilgiler buradan, daha fazla detay olmalı diyenler için lütfen knock knock!
  Bilindiği üzere anlatmakla bitmez, ama bu postta, içlerinden pek çoğunun senaryosu da kendisine ait olan, Woody Allen filmografisini afiş tadında hazırladım(Filmlerle ilgili detaylı künyeyi görmek için afişlerin yanındaki tarihlere tıklayabilirsiniz). Buyursunlar efendim, başlıyoruz:

60'lar ve 70'ler:


  1966            1967       1971

1972   1973  1975

1977        1978  1979



80'ler:

  1980           1982       1983  
  
1984          1985      1986 

1987        1987    1988

                                  1989                   1989 


90'lar:

 1990            1991    1992

1993         1994    1994

1995         1996    1997

                               1998        1999

2000'ler:

2000        2001       2002


2003         2004 2005


2006       2007     2008

     2009                 

2010'lar:

                2010                              2011


    Woody Allen'ı dallanıp budaklandırmaya fırsat bırakmadan, yönetmen koltuğunda oturduğu haliyle sınırlamayı bloga yaraşır buldum açıkçası. Yoksa dağınıklığı toparlamak babında, Woody Allen'dan bahsederken ayarı tutturmak oldukça güç, filmleri bile toparlayana kadar epey efor sarf ettim, hasıl-ı kelam değdiğini düşünüyorum. Sıklıkla görüşmek üzere...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...